"Arguvan Türküleri" Kitabımızda Bazı Türkülerin Öyküleri

“ARGUVAN TÜRKÜLERİ" KİTABIMIZDA BAZI TÜRKÜLERİN ÖYKÜLERİ

Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Yazar
Hüseyin ŞAHİN/Araştırmacı-Antropolog

Sunu

Bazı türkülerimizin öykülerini derleyerek araştırarak Arguvan Türküleri kitabımızda yer verdik. Aşağıdaki yazıda bu öykülere ve yine bazılarının sözlerine yer verilmiştir. “TM” kısaltması, türkünün kitaptaki “Türkü Metni”dir.
“Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi” adlı kitabımız 2004 yılında yayınlandığı için daha sonraki yıllarda adı geçen öykülerle ilgili bilgi ve belgeler ortaya çıkmış olabilir. İlgilenenlerden de görüşlerini bildirmelerini bekliyoruz. (*)

Aşağıdan Gelir Omuz Omuza (TM:33)

Ağıt/türkünün Arguvan varyantının öyküsünü Eymir köyünden emekli öğretmen Hüseyin Sayın şöyle anlatır. 1 Olay, 1952 senesi Temmuz ayı, ekin biçme mevsiminde olmuştur. Olayın yeri, Arguvan’a bağlı 11 kilometre uzaklıktaki Kızık köyüdür. Kızık ve çevre köylerde Kurban Bayramı’ndan bir gün önce/Arife günü akşamı, halk söyleşiyle “Arifeyi Kovalama/Bayram karşılama eğlentisi yapılır. Bu nedenle kırma tüfekle havaya ateş edenler, tabanca sıkanlar olur. Aynı gün akşam olayda yaşamını yitiren kişi ekin biçmeden gelip, köyün çeşmesinin yanındaki evin duvarına yaslanmıştır. O sırada Hüsgülü ve Hıdır Hocanın ellerinde tabanca bulunmaktadır. Hüsgülü tabancayı ateşleyemeyince Hoca elinden tabancayı alır, ağzını yere tutarak ateş etmek ister. Tabancada kalan mermi ateş alır ve duvara yaslanmış olan yorgun Hıdır’ın (Aligüttüğün Hıdır) sol tarafından/kalbinden içeri girer kurşun. Bir süre sonra da orada ölür. Otopsi yapılır ve kurşun çıkarılır. Olaydan sonra orada bir kırgınlık başlar. Meseleyi kapatmak için Hıdır Hocanın kızını, vefat eden Hıdır’ın oğlu Mustafa’ya verirler. Ortalık yumuşar ve mesele böylece kapanır. Çevrenin tanınmış halk şairlerinden Eymirli Âşık Bektaş Kaymaz bu olay ve çevredeki benzeri olaylardan esinlenerek ağıt yakıp söylemiştir.

Âşık Bektaş’ın söylediği dörtlükler şunlardır:

Aşağıdan gelir omuz omuza
Çiğdem de karışmış güle nergize
Benden selam olsun o vefasıza
Küğre bayramınız karalı geldi

Yorgun argın geldim orak biçmeden
Köyün çeşmesinden bir su içmeden
Yağlı kurşun gitmez ciğer deşmeden
Küğre bayramınız karalı geldi

Çağıla yaslandım cigaram içem
Yağlı kuşun gelir nereye kaçam
Kanadım yoktur ki havaya uçam
Küğre bayramınız karalı geldi

Çekin kıratımı gidelim hana
Söyleyin kirveme küsmesin bana
Bir bayram gününü çok gördü bana
Küğre bayramınız karalı geldi

Başımda ağlaşır gelinler kızlar
Sağ yanım ellemen sol yanım sızlar
Küğrem mapushane yolunu gözler
Küğre bayramınız karalı geldi

Arguvan yöresinde hem kırık hava hem de uzun hava olarak söylenen ağıt/türkü, TRT repertuarına Hekimhan’dan derlenerek kazandırılmış 2 olup, Hekimhan yöresinde de yaygındır. Hekimhan’ın Hacılar köyü varyantı ise pek netlik göstermez. 3

Sultan Türküsü (TM:48)

Bağlarına vardım bağlar bozulmuş
Jandarmalar karakola dizilmiş
Sultan bizim evrak nice yazılmış
Sultan’ım Sultan’ım ela Sultan’ım

Bağlarına vardım armutlu dutlu
Sultanın giydiği gareli kutnu
Mahkemeye girdim kalbim umutlu
Ver elini burdan gidek aslanım

Her bayramda giyer fistanı kare
Sen beni düşürdün tükenmez zara
Ancak bu işleri dayın uğara
Sultan’ım Sultan’ım ela Sultan’ım

İki genç birbirine sevdalıdır. Ancak Sultan kızın babası istemeye gelenleri hep geri çevirmektedir. Bakarlar ki bu iş razılıkla olmayacak, iki genç sözleşirler ve kaçarlar. Sultan’ın yaşı küçük olduğundan ailesi şikâyetçi olur ve geri alır İş artık mahkemeye düşmüştür. Genç, “Allah vere mahkemede doğru ifade vere” diye kaygılarını; bozulan aile ilişkilerinin de ancak Sultan’ın dayısı tarafından onarılabileceğini türküyle dile getirir.
Sultan hala yaşamakta olup, 80 yaşlarında, eşi ile mutlu bir beraberlikleri vardır. 4

Dağlar Seni Delik Delik Delerim

Türkü; “Yöresi: Sivas/Kangal, KK: Muhlis Akarsu, Derleyen: Nida Tüfekçi, Notaya Alan: Nida Tüfekçi, No: 21–28” künyesi ile TRT repertuarına kayıtlıdır. Uzan hava olarak da Hakkı Coşkun’dan derlenmiş olup, Malatya adına kayıtlıdır. Malatya’da daha çok Arguvan, Hekimhan, Arapgir ve Doğanşehir yörelerinde bilinmekte ve söylenmektedir. Diğer yandan, Malatya ili Doğanşehir ilçesi Polat kasabası yöresinde 1927 yılından beri söylendiğini ve öyküsü olduğunu öğreniyoruz. Öykü şöyle:
Hüsne ile Eşöğ (Kara Eşe) adlı iki bacı Polat’ın Dervent Dağı eteklerine mermerik (mantar) toplamaya giderler. Nişanlısı ince hastalıktan ölmüş olan Kara Eşöğ dertlidir. Bacısı da onun derdine üzülmektedir. İçindeki yara acısını dağlarla paylaşmak isteyen Eşöğ, dağları da sessiz bulunca başlar derdini dökmeye. Bu sırada köyün çobanı onların sesini duyarak dinler ve sürüyü önüne kattığı gibi ovaya getirir. Sürünün zamansız geldiğini gören çevre halkı telaşlanır, sebebini sorunca da türkünün son sözlerini duyan çobandan şu cevabı alırlar: “Hüsne ile Eşöğ dağları delik delik edip yakıyorlar, ben de sizin sürünüzü kurtardım...”

Dağlar seni delik delik delerim
Halbur alır toprağını elerim
O yar koyun olsa ben de kuzusu
Ardı sıra meler meler giderim

Dağlar senin yükseğine çıkarım
Çıkarım da enginine bakarım
Eğer dağlar dediceğim olursa
Sana lale ile sümbül takarım
Eğer dağlar dediceğim olmazsa
Seni vurur ataşıma yakarım

Dağlar senin ne karanlık ardın var
Lale sümbül boynun eğmiş derdin var
El âlemin vatanı var yurdu var
Benim yurtsuz kalışıma ne deyim 5

Necati Coşkun’dan derlenen uzun havanın, bu türküdeki birinci ve üçüncü dörtlüklerin aynısı olduğunu görüyoruz. Kadınların söylediği ağıtın da uzun hava ezgisinde olduğunu sanıyoruz.
Âşık Yoksuli, aynı türküyü biraz değişik bir biçimde kasete okumuştur:

Dağlar seni delik delik delerim
Kalbur alır toprağını elerim
Sen bir kara koyun ben de bir kuzu
Sen döndükçe arkan sıra melerim

Dağlar senin ne karanlık ardın var
Mor menekşe boynun eğmiş derdin var
El âlemin vatanı var yurdu var
Benim yurtsuz kalışıma ne deyim

Malatya da fakırların yurdudur
Benim derdim yetimlerin derdidir
Alamanya yedi dağın ardıdır
Gurbet elde kalışıma ne deyim 6

Bu türküde, “Alamanya yedi dağın ardıdır” dizesiyle Almanya motifinin yer aldığını görüyoruz. Bu nedenle Âşık Yoksuli’nin benzek yaptığını sanıyoruz. Bütün bunlar da türkünün yöremizde bilinmesinin-benimsenmesinin önemli kanıtlarındandır.

Etek Sarı Sen Etekten Sarısın (TM:148)

Âşık, hercai gönüllüdür. Bir gün genç bir kadın görür. Gelinin tülbendinin altından çıkan ve savrulan saçlarının da giydiği eteğin rengi de sarı; teni Beydağı’nın karı gibi beyazdır. O bir “Deste başı”dır. Yiğit sevince işte böyle deste başı sevmeli!
Hasa bezinden, kolları düğmeli gömleğini onun için giyer, atıyla onu görmek için pınarın başına gider. Konuşmak ister, olmaz. Onunla konuşmayan/konuşamayan gelin de dolu dolu döker gözlerinden. O, başkasının yâridir. Seven, ama kavuşamayan âşık duygu, düşünce ve hayallerini türküye dökerek dile getirir. Yöre motifleri ile süslediği hasretini dile getiren türküsünü yine yöre ezgisiyle çalıp söyler. “Seni benden beni senden eyleyen/Ölmeye de mezar mezar dolana” diyerek de beddua eder...

Etek Sarı Sen Etekten Sarısın
Kurban Olam Beydağının Karısın
Sordum Sual Ettim Kimin Yarısın
Ben Sormadan Dolu Gibi Döküyü

Bir Köynek Diktirdim Kolu Düğmeli
Herkes Kaderine Boyun Eğmeli
Deli Gönlüm Çirkine Bel Bağlama
Sevdiğin Yar Arguvan'ı Değmeli

Bir Köynek Diktirdim Hasa Bezinden
Alem Düşman Oldu Senin Yüzünden
Eğer Gurbet Ele Gider Dönersem
Ahdım Vardır Öpeceğim Yüzünden

Yayladan Gel Kömür Gözlüm Yayladan (TM:166)

Karabel, Arguvan’ın Şotik köyüne yakın, Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı bir yerleşim yeridir. Burayla ilgili olarak 70–80 yıl kadar öncesine uzanan bir öykü anlatılır:
Bir ailenin 12 yaşlarında bir oğlu vardır. Anası yaşlıdır ve evin işlerini çekip çevirecek birine ihtiyaçları vardır. Yakın-karşı köyden akrabalarından birinin kızını oğlana alırlar. Ancak, oğlan daha oyun yaşındadır, evli olduğundan sanki de habersizdir. Çevredekiler; “Küçük bir çocuğun karısı” ya da “Sen mi çocuğun kocasısın, çocuk mu senin kocan?” diye alay ederler. Gelin bu duruma çok içerlenir, derdini de kimseyle paylaşamaz. Durumu, yazgısı olarak görerek kabullenmeye çalışır.
Olay üzerine türkünün yöreden dışarıya yayılması, türküyü dinleyen Arapgir’de berberlik yapan Mustafa’nın birçok ortamda söylemesi ile olmuştur, anlatısı vardır. 7
Konuyla ilgili olarak Ali Seydi Adıgüzel’in anlatımı şöyledir:
“Yörede bir kızı varlıklı bir ailenin 13–14 yaşlarındaki oğluna verirler. Kız oğlandan büyüktür ve başkasını sevmektedir; ancak, sevdiğine vermezler. Türkü, yaylada kızın ağzından Kürtçe olarak söylenmiştir. “Karabekir eline” biçiminde söyleyenler vardır. “Karabelin eli” ya da “Karabelin Düzü” olmalıdır. Burada geçen “hoca” da “eğitmen” anlamındadır. Adıgüzel, türküyü 1968 yılında Arapgir’de Berber Süleyman’dan aldığını, Türkçeye çevirerek müzik düzenlemesini yaptığını da ekler.
Türkü, yörede halk tarafından benimsenip söylenmiş, Battal Küpeli, Songül Işık, Kerem Altıner, Cengiz Özkan gibi birçok sanatçı tarafından okunmuş; dizelerinde-dörtlüklerinde farklılıklar göstererek kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.

I.
Gelin oldum Karabel’in eline
Yedi bayram kına yakmam elime
Gurban olam çiğdem gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Önüme koydular bir çift suyudu
Çocuk geldi kucağımda uyudu
Baba bana edeceğin bu muydu
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Senin baban karşı köyün hocası
Çok peşime düştü genci kocası
Bana derler şu çocuğun kocası
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan 8

II.
Gelin oldun Garabel’in eline
Yedi bayram kına yakma elime
Gurban olam senin gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Senin baban karşı köyün hocası
Çok peşime düştü genci kocası
Bana derler şu kötünün kocası
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Ne kadar methetsem o kadar güzel
Top bürür saçını gözünü süzer
Mıskalar yaptıram değmesin nazar
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan 9

III.
Ben de gelin oldum Garabel’in eline
Yedi bayram kına yakmam elime
Gurban olam güççük gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan
Gurban olam güççük gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Altıma serdiler minderden döşek
Kucağıma koydular ufak bir uşak
Küskün değilim ki gülek barışak
Yayladan gel suna boylum yayladan
Küskün değilim ki gülek barışak
Yayladan gel suna boylum yayladan

Sabahınan oğlan gider guzuya
Dişleriynen ekmek doğrar tazıya
Adını sorarsan adı Şaziye
Yayladan gel suna boylum yayladan
Adını sorarsan adı Şaziye
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Ocağa koyduğum dünkü suyudu
Şahin geldi kucağımda uyudu
Aman Allah bana yapacağın bu muydu
Yayladan gel suna boylum yayladan
Aman Allah bana yapacağın bumuydu
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Karşı köyde köyümüzün hocası
Başıma toplandı genci kocası
Dizime vurdum da gerdah gecesi
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan 10

Konuyla ilgili türkü metinlerinde anlatılan öyküyle örtüşen dizeler-dörtlükler olduğu gibi, ayrılan dizeler de bulunmakta.
I. metinde “Gelin oldum” söylemi ile türkünün gelin tarafından yakıldığı akla geliyor. Hemen üçüncü dörtlükte “Çok peşime düştü genci kocası/Bana derler şu çocuğun kocası” dizeleri var. Burada bir çelişki varmış gibi görünüyor. İlk akla gelen, gelinin de küçük yaşta olması. Bununla birlikte çevredekilerin, “Bu çocuk mu senin kocan, yoksa sen mi çocuğun kocasısın?” diye alay etmeleri ve “Çok peşime düştü genci kocası” dizeleri kızın daha önce taliplilerinin de çok olduğunu gösterir.
II. metin, Muharrem Temiz tarafından Kerem Altıner’den derlenmiş, 2001 yılında Muharrem Temiz ve Cengiz Özkan’ın birlikte yaptıkları “Yâre Dokunma” adlı kasete Cengiz Özkan tarafından okunmuştur. Bu metne göre düşünürsek; gelin-kızın evlenmesinin ardından onu seven, ancak başkasıyla evlenmek zorunda kalan bir genç tarafından yakıldığı düşünülebilir:
“Gelin oldun Karabel’in eline” dizesiyle başlayan dörtlükte kızın başka bir yere gelin gittiği anlaşılır. Diğer yandan, “Bana derler şu kötünün kocası” söylemi ile gencin “kötüye düştüğünü”, bunun alay konusu olduğunu dile getirdiği akla geliyor. “Ne kadar methetsem o kadar güzel” ile de sevdasını yeniden dile getirmesi açısından türkünün bir genç tarafından yakıldığı olasılığını güçlendiriyor.
III. metin, Âşık Çobani tarafından 1970’lerin sonlarında kasete okunmuştur (3. Özel Kaset, Özgüler kasetçilik-Malatya). Bu metin, I. Metinde öykülenenlerle benzerlik olmasının yanında, oldukça ayrıntılıdır. İkinci dörtlükte, “Altıma serdiler minderden döşek/Kucağıma koydular ufak bir uşak/Küskün değilim ki gülek barışak”; üçüncü dörtlükte, “Sabahınan oğlan gider guzuya/Dişiyinen ekmek doğrar tazıya/Adını sorarsan adı Şaziye”; dördüncü dörtlükte, “Ocağa koyduğun dünkü su muydu/Şahin geldi kucağımda uyudu” dizeleri birçok konuda bilgi verir;

1. Gelinin kocası fiziksel olarak ve yaşça küçüktür.
2. Gelinin adı Şaziye’dir.
3. Oğlanın adı Şahin’dir.
4. Oğlan, evliliği bir çocuk oyunu gibi sanmaktadır.
5. Gelin daha evliliğinin ilk gününde pişmandır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, aralarında oldukça yaş farkı bulunmaktadır. Bu durum çevrede yadırganmış, alay konusu olmuş; geleneksel kültür içerisinde büyük bir sevinç, töresel kutlamanın simgesi olarak adlandırma yönüyle anlam yüklenmiş olan “düğünde, bayramda ele kına yakma” geleneği yönüyle, “yedi bayram kına yakma/yakmam” denilirken olayın kişileri derinden etkilediği-yas tutma biçimine dönüştüğünü bize açıklamaktadır.
Sonuç olarak; türkünün öyküsü bir önemli mesajı dizelerde vermiştir. Evlilik kurumu, bir evcilik oyunu olamaz; dengi dengine ve seven de sevene verilmelidir. Bu değerlendirme, türkünün topluma mesaj aktarma bakımından önemini açıkça ortaya koymaktadır.

Göldağı’nda Kuşlar Figana Başlar (TM:191)


Göldağı’nda kuşlar figana başlar
Öleneçe yüzüm gülmez gardaşlar
Battal’ın yatağı mağralar taşlar
Hanemi perişan bu dert çekilmez

erin olur Göldağı’nda havalar
Jandarmalar çobanları kovalar
Harap oldu kurduğumuz yuvalar
Hanemiz perişan bu dert çekilmez

Bahçelerde soldu gonca gülümüz
Göçtü getti gelinimiz kızımız
Haram oldu kaymağımız balımı
Hanemiz perişan bu dert çekilmez

Bu işlerde yoktur bizim suçumuz
Simsiyahken beyazladı saçımız
Yüklen gitsin artık buradan göçümüz
Hanemiz perişan bu dert çekilmez

Arguvan’ın Alhasuşağı köyünün Kerolar mezrasından olan Battal’ın adam vurma zanlısı ve firari olduğu için uzun süre dağlarda gezmesi ve 16 Ağustos 1965 tarihinde çatışmada yaralanarak ölümü üzerine Arguvan’ın Eymir köyünden Âşık Bektaş’ın destan yazdığı söylenir.
Bir gazete haberine göre; “İki kişinin katili olup 1951’den beri firari olan Battal Turgut, 16.08.1965’ de gece bastırılıp müsaderede aldığı yaradan ölmüştür. 11 Battal’ın kardeşi ile yöre halkından Mustafa Gürer’in anlatımlarına göre; onun adam öldürmesi, firarı, vuruluşu tam netlik oluşturmasa da şu seyri izlemiştir. 12
Battal, Malatya’da oturmaktadır. Bilinmeyen bir nedenle eşini vurur ve dağlara çıkar. Arguvan’ın Göldağları ve Ayranca Dağları yörelerini kendine mekân tutar. Durum böyleyken, Battal’ın ağabeyi Abdullah ile Düzovalı Kemal’in arası bir konudan dolayı açıktır. Battal’ın dağda oluşu karşı tarafın çekinmesine yol açar. Bu kırgınlığı çözmek için Başikan (Birimuşağı) köyünde toplanırlar. Battal’ı da toplantıya çağırırlar. Köyde toplantı halindeyken müfreze evi basar, çatışma çıkar, Kemal vurulur. Battal karanlıktan yararlanarak kaçar, epey bir zaman daha firari gezer. Bir gün Galınharmanı denen yerde gizlenirken müfreze yerini haber alır ve çıkan çatışmada yaralanır, sonra da ölür.
Aradan bir süre geçer, Battal’ın ağabeyi Abdullah kardeşinin yerini müfrezeye haber verdiğinden kuşkulandığı kişiyi Arapgir’e giderken atının üstünde Havut Gediği denilen yerde vurur ve kaçar. Ancak, eniştesi Mehmet Ali’yi katil zanlısı olarak içeri alırlar...
1969 yılında Hekimhan’ın Başkavak köyünden Âşık Vahap Alkan tarafından plağa, daha sonraki yıllarda hem Hacı Engüzel, hem de Erhan Yılmaz tarafından kasete okunan destanın metinlerinde farklılıklar görülür. Hacı Engüzel’in okuduğu metindeki “Sabahtan duydum ki bir haber gelmiş”, “Anama söyleyin damda yatmasın” dizeleriyle başlayan dörtlükler ve 6. dörtlük Erhan Yılmaz’ın okuduğunda yer almaz. Erhan Yılmaz’ın okuduğu metnin son dörtlüğü ise Hacı Engüzel’in okuduğunda yer almaz. Öyle ya da böyle, destanların olayı tam olarak öykülemediği gerçeği ile karşılaşıyoruz. Çünkü anlatımlarla destan metinleri örtüşmüyor. Destanın eksik olduğu, bazı dörtlüklerin sonradan eklendiği, yıllar önce kapanmış bir yaranın deşilmek istenmeyişi aklımıza geliyor. Bu nedenle de olayın ayrıntılarına, kahramanlarına fazla yer vermeyi uygun bulmuyoruz.

Gönül Arz Eyledi Kendi Hanemden (TM:192)

Gönül arz eyledi kendi hanemden
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru
Hüseyn’e gitmeye niyet eyledim
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Gemiye varınca handa yatalım
Gamı gaseveti orda atalım
Bir gerçeğin eteğinden tutalım
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Gemiyi geçince Harput Ovası
Bir konak yaptırmış beyler ağası
İçerimden çıkmaz şahın havası
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Yakındır Harput’un köyleri yakın
Şu deveboynunu aşmaya bakın
Yamandır Kırcı’nın kurdundan sakın
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Dujik Baba derler yolun sağında
Yolumuz uğradı Burhan Dağında
Ergani’den Diyarbakır eline
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Yüksek olur Diyarbakır kalesi
Zaza’dır şenliği sıcak havası
Yürü ki Mardin’den haber alası
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Mardin’den aşağı Musul’un düzü
Dostlar himmet edin eğlemen bizi
Celal Abbas’a da sürelim yüzü
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Kerkük’ün şehrinde garip eğlenir
Âşık olan aşk oduna dağlanır
Zeynel Abidin’de işler bağlanır
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Elif taç bağlanıp kemer kuşanmak
Yas-ı matem günü kara bağlamak
Bir niyetim Şah Necef’e uğramak
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Şu Bağdat’ın şehirine varalım
Erenlerin divanına duralım
Mazlum Hüseyin’e yüzler sürelim
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Kul Mustafa’m bunu böyle söyledi
Yaktı ciğerini püryan eyledi
Hüseyn’e gitmeye niyet eyledi
Gönül kalk gidelim Hüseyn’e doğru

Arguvan İsa köyde yaşamış olan Avşaroğlu Kul Mustafa, bir gece rüyasında Hz. Hüseyin’i görür. 13 Rüyasında Hz. Hüseyin kendisini çağırmıştır. Bunu eşine nakleder: “Beni İmam Hüseyin çağırdı ben ona gideceğim” der ve yol hazırlığına başlar.
“Gönül arz eyledi kendi hanemden/Gönül kalk gidelim Hüseyin’e doğru” diyerek yola koyulur. Fırat Nehrini takip eder, Kömürhan denilen yer civarında gemiye binerek karşıya geçer. Yolculuğunu Elazığ, Diyarbakır, Mardin, güzergâhında sürdürür. Deyişinde, her geçtiği yeri belirtir. Uzun bir yolculuktan sonra Irak topraklarına ulaşır. Orada çalışan görevlilerden birinin rüyasına girer. Yetkili olan bu görevli yanında çalışanlara rüyasını nakleder ve ekler: “Bir yolcu gelecek o geldiğinde hiç bir zorluk çıkarmayın, sorgu-sual etmeyin. O, Kerbela’ya, İmam Hüseyin’e gitmektedir...” Kul Mustafa Irak topraklarına girdiğinde hiç bir zorlukla karşılaşmadan yoluna devam eder. Musul, Celal Abbas’ın Türbesi, Hz. Ali’nin türbesi (Necef’tedir) ve Bağdat’a uğrar. Kerbela’ya vararak İmam Hüseyin’in türbesini ziyaret eder. Aynı yoldan geriye döner... 14
İşte bu yolculuk Kul Mustafa’nın demesinin konusunu oluşturur. Bu demenin yıllar sonra Baskil’in Tabanbükü (Şeyh Hasan) köyünden Teslim Dede tarafından okunduğu ve yayıldığı bilinir. Aynı köyden Teslim Budak 1977 yılında deyişten üç dörtlüğü kasete okumuştur. 15 Yine, Erhan Yılmaz tarafından da iki kez kasete okunmuştur. 16 Teslim Budak seksenli yıllarda türküyü yeniden kasete okumuş, İzzet Altınmeşe de bunun ezgisine benzer bir ezgiyle aşağıdaki türküyü okumuştur:

Şu Fırat’ın suyu akar serindir
Yârimi götürdü kanlı zalimdir
Daha gün görmemiş taze gelindir
Söyletmeyin beni yaram derindir

Kömürhan köprüsü Harput’a bakar
Zalım Fırat gelmiş ocaklar yıkar
Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar
Söyletmeyin beni yaram derindir

Türküyü, 1996 yılında Erkan Oğur da okumuştur. Söz-müzik: İzzet Altınmeşe, Düzenleme: Erkan Oğur olarak belirtmiştir. 17 17 Ayrıca, birçok sanatçı da radyo ve televizyon programlarında okudular.
Baskil’in Tabanbükü köyünden Mustafa Tosun, türkünün öyküsünü anlatır ve şairinin de kendisi olduğunu öne sürer. Anlatımına göre; Korucuk köyünde Nazlı adlı bir gelin Fırat’a su almaya iner ve sulara kapılır. İki gün sonra Kömürhan Köprüsü’nün altında bulunur cenazesi. Getirirler, kocası üzerine kapanır, anası saçlarını yolar, ağıtlar yakılır. “Babam bu olayı anlattıktan sonra Nazlı gelinin öyküsünü kaleme aldım. Yani Fırat türküsünün sözü, müziği benim... Nazlı gelinin cenazesi bulunduktan sonra kocasının ağzından dökülen şu dörtlükleri ben ağıt haline getirmiştim, eksik söyleniyor...” der.

Şu Fırat’ın suyu akar serindir.
Yârimi götürdü kanlı zalımdır
Daha gün görmemiş taze gelindir
Söyletmeyin dostlar yaram derindir.

Âşık olurudum olsaydı sazım
Ağla anam ağla bülbül avazlım
Sulara gömüldü sevgili nazlım
Söyletmeyin dostlar yaram derindir

Kömürhan köprüsü Harput’a bakar *
Zalım Fırat gelmiş ocaklar yıkar
Toplanmış dostlarım ağıtlar yakar
Söyletmeyin dostlar yaram derindir”

Mustafa Tosun, Fikret Otyam’ın “Oy Fırat Asi Fırat” kitabı ile bu kitapta yer alan Fırat ağıtlarından da söz eder. Türküyü okuyan İzzet Altınmeşe’yle tartışabileceğini, türkünün Diyarbakır ya da Urfa türküsü olmadığını, Malatya türküsü olduğunu belirtir. 18
Bazı araştırmacılar ve konuyla ilgilenen kişiler, türküdeki “Harput”un “Halpuz” olması gerektiğini öne sürerler. Ki; bu konuya yeni bir boyut kazandırmaktadır. Şimdilik buna net bir açıklama getiremiyoruz. Araştırmacı Kazım Tatar’ın ileri sürdüğü bu bakış üzerinde daha kapsamlı bir araştırma yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Kapıya Bağlamış İğdiş Bir Kırat (TM:245)

Halk arasında “Dede Türküsü”, “Dede doğru söyle tohum kaç kırat” adlarıyla bilinen türkü ile ilgili olarak Ermişli (Germişi) köyünden Murtaza Oğlu, 07.02.1934 doğumlu Sadık Bayır’ın anlatımından Halil Yazgan’ın aktarımı şöyle:
“Germişi köyünden Dede Hasan Bakır, Karahöyük köyünden gelen ve tohumu ile tarlayı dermek isteyen iki kişiye kabal veriyor; 18 kırat olduğunu söylüyor. O tarihlerde Ermişli Arapgir’e bağlı, Arguvan’da nahiye... Türküyü Karahöyük Köyünden Kara Memmet (Mehmet Bal) söyler. Taş plağı varmış...”
Mehmet Bal’ın yeğeni Ali Bal ise, türkünün 60’lı yılların ortalarına doğru çıktığını söyler. Bu da önceki anlatımla çelişkilidir. Çünkü Arguvan 1954 yılına kadar nahiye idi.
1965–1966 yıllarında yörede plağı çalınan dede türküsünde, kırk kıratlık yeri 18 kırat diyerek Karahöyüklü honculara kabala veren dedeye karşı bir hoşnutsuzluk-itimatsızlık dile getirilir. Bilal Bozdağ tarafından okunan plakta, her dörtlüğün sonunda “Dede doğru söyle tohum kaç kırat? Diye okunduğunda, geriden bir ses -dedeyi temsilen- “Vallaha on sekiz gırat, vallaha on sekiz gırat” biçimde yanıtlar. Plağın iki yüzü aynı türküden oluşur. 19

Otuz Üç Gün Oldu Asker Olalı (TM:294)

Otuz üç gün oldu asker olalı
Ana ben ölürüm sen geleneçe
Var mı benim gibi bahtı karalı
Baba ben ölürüm sen geleneçe

Birliğim Kütahya rütbem piyade
Hastalar içinde derdim ziyade
Bu nasıl ölümdü bu nasıl vade
Gardaş ben ölürüm sen geleneçe

Eskişehir derler gaziler yurdu
Küçük yaşta aldım bu zalım derdi
Şu gurbet ellerde ömrüm çürüdü
Bacı ben ölürüm sen geleneçe

“Arguvan’ın Çavuş Köyünden Çoklam lakabıyla anılan Bektaş Gülbaş’ın oğlu Hürşehit, Eskişehir’de piyade birliğinde askerlik yaparken küçük yaşta yakalandığı hastalıktan dolayı askeri hastaneye yatırılır. 21 Ağustos 1961 tarihinde ameliyata alınır, kısa bir süre sonra ameliyat masasında vefat eder. Mezarı Eskişehir’dedir.” 20
Bu olay üzerine Âşık Bektaş Kaymaz Ağıt yakar. Ağıt, yıllar sonra (1975) Âşık Çobani tarafından kasete okunur. 21 Türkünün üçüncü dörtlüğünün 3. dizesini “Pötürgeli Salih telgraf vurdu”, biçiminde okuyan sanatçılar da vardır. 22 Salih’in, Hürşehit’in askerlik arkadaşı olduğu söylenir.
Arguvan yöresinde gençler askere uğurlanırken söylenen türkülerin başında bu türkü gelir. Ağıttan çok bir asker uğurlama türküsü özelliğini kazanmıştır.

İki Gardaş Bir Tabuta Koydular (TM:296)

Ölümler acısı olur mu böyle
İki tabut bir mezara koydular
Turan’ın muradı Emek Zekine
İki gardaş bir mezara koydular

Hüseyin der Fatma ne oldu
Kırşehir yolunda uykuya daldı
Turan der gardaş hayat son buldu
İki gardaş bir mezara koydular

Dört göz bekler eşi yanına gelsin
Cenazeler geldi Yusuf ne bilsin
Gözü yaşlı Fatma ağlasın gülsün
İki gardaş bir mezara koydular

Zehir oldu Almanya’nın parası
Kırık kemikleri derin yarası
Zekine ağlama yoktur çaresi
İki tabut bir mezara koydular

Sülmenli yukarı bir de aşağı
Gözyaşı akıttı Göçeruşağı
Acılar acısı doktor bıçağı
İki gardaş bir mezara koydular

Yazı yazman mezarımın taşına
Neler geldi kalanların başına
Anam ağlar gelin gider işine
İki gardaş bir mezara koydular

Çobani’mden Allah rahmet eylesin
Ehmalkarlık kader buna neylersin
Öldüğümü dostlarıma söyleyin
İki gardaş bir mezara koydular

Yusuf Genç ve kardeşi, Atma aşiretinin Göçeruşağı köyünden göç ederek Yukarı Sülmenli köyüne yerleşirler. Toprakları olmadığı gibi yoksullardır da... Burada çobanlık yaparak geçimlerini sağlarlar. Yusuf’un çocuklarından Hüseyin Almanya’ya gider. Turan ise Malatya’da Ziraat Okulunda okuyarak ziraat teknisyeni olur. 1977 yılı yazında Hüseyin askerde olan Turan’a haber salar ve izin zamanlarını denk getirirler. Hüseyin, yanında hanımı taksiyle gelir, Trakya tarafında asker olan Turan’ı da arabasına alarak Malatya’ya yollanırlar.
Kırşehir’in Mucur yöresinde taksi bir tırın altına girer. Hüseyin ve Turan tanınamayacak derecede kazadan etkilenerek vefat ederler. Hüseyin’in hanımı yaralı kurtulur. Cenazeler sabaha doğru köye getirilir.
Cenazelerin geldiğini duyanlar ve birçok yakın köylüler birikirler. Bu iki genç, köyde ve çevrede davranışlarıyla takdir edilen sevilen kişilerdir. Oldukça kalabalık bir toplulukla yan yana kazılmış mezarlara defnedilirler. Mezarları yapılır ve mezarlıkta görkemli görünmektedir. Yine Atma Aşiretinden olup buraya yerleşmiş olan Âşık Çobani olay üzerine bu ağıtı yakar. 23

Gacer Yaylası (TM:332)

Hekimhan’ın Ballıkaya köyü topraklarından Arguvan’ın Atma yöresine kadar uzanan Ayranca Dağları üzerinde bulunan yaylalardan biri de Gacer yaylasıdır. Ayranca’nın diğer uçları Arguvan köylerine dayandığından bu yaylalara başka köylerden de göçen olmaktadır. 1959 yılında Arguvan’ın Eymir köyünden Âşık Bektaş Kaymaz, yalnızca bir düvesi ile yaylaya göçer. Yaylada şiddetli bir dolu yağar. Dolu, yerlerde kar gibi tabakalaşır. Çardaklar, çadırlar ve yurtlarda bulunan insanlar ve hayvanlar perişan olurlar. Bu yağış sırasında Âşık Bektaş’ın düvesi kaybolur. Uzun süre arar, bulamazlar. Aradan geçen bir kaç günden sonra kurtlar tarafından yendiği anlaşılır. Âşık bu, durur mu? Bu destanı yazar. 24

Sene bin dokuz yüz elli dokuzda
Gel bizi üşütme Gacer Yaylası
Gönül eğlenirdi irfanda sazda
Gel bizi üşütme Gacer Yaylası

Bir karış oldu var yattığı yerde
Çoluk çocuk bütün düşecek yerde
Bir düğem vardı idi yedirdim kurda
Gel bizi üşütme Gacer Yaylası

Yüce koyaklarda keklikler öter
Ulu ardıçlarda koyunlar yatan
Eğilmiş ağaçlar ayağım örter
Gel bizi üşütme Gacer Yaylası

Gelin Senem’in Ağıtı (TM:314)

1970 yılının sonlarında Arguvan’ın İsa köyünün mezrası Sadıkbey Çiftliği’nde oturan Abdullah, eşi Senem’i av tüfeği ile vurur, kadın ölür. Abdullah mahkûm olur, cezasını çeker, hapisten çıkar.
Âşık Çobani tarafından olayın hemen ardından ağıt yakılır. Ağıtın tamamı incelendiğinde olayın öykülendiği anlaşılır.

Sabahınan duydum kanlı olayı
Al kanlar içinde öldü bu gelin
Bütün İsa Köyü giymiş karayı
Al kanlar içinde öldü bu gelin

Cenazeme getirin anam Eşe’yi
Zalım kocam kırdı döndü köşeyiDepemde dolaşır domdom fişeği
Al kanlar içinde öldü bu gelin

İbrahim Memedali Hasan Hüseyin
Mezarımı Sadıkbey’e eşmeyin
Kocam vurdu başkasından bilmeyin
Al kanlar içinde öldü bu gelin

Cenazeme gelen hısım akraba
Üç kardeşim bir de anam yok babam
Suçumu söylesin çavuş Mustafa’m
Al kanlar içinde öldü bu gelin

Hiç çocuğum yoktur ağlaya dura
Sahat üç buçukta patladı sila(h)
Bir kaşık düşmanı…………
Al kanlar içinde öldü bu gelin

Arguvan ağladı duydu acıyı
Başçavuş hâkimi getir savcıyı
Ellemeyin doktor yaram sancıyı
Al kanlar içinde öldü bu gelin

Çobani’ye söylen yazsın destanım
Kaderim böyledir Senem’dir adım
Benim suçum varsa sorsun Allah’ım
Al kanlar içinde öldü bu gelin

Yaralandım (TM:219)

Hekimhan’ın Ballıkaya köyünden Astsubay Ali Yıldırım Ankara’da görevli olup bir yıllık evli ve bir de çocukları vardır. Eşi Naciye ev hanımıdır. Ali Yıldırım, Bir görev anında trafik kazası geçirerek vefat eder. Beş aylık biricik yavruları hem anadan öksüz, hem babadan yetim kalır. Başkavak köyünden Âşık Vahap Alkan bunun üzerine ağıt yakar.

Kanlar fışkırır yüzüme
Yaralandım yaralandım
Ebedi hasret kuzuma
Yaralandım yaralandım

Olmaz olsun böyle yazım
Ben üzüldüm yüzüm yüzüm
Ağlasana iki gözüm
Yaralandım yaralandım

Çok küçük beş aylık kuzum
Ölmek farzı boynumuzun
Benim dul kalmak mı yazım
Yaralandım yaralandım

Doktor su ver yandı canım
Bak yaramdan akan kanım
Dul koyduğum taze hanım
Yaralandım yaralandım

Öldükten sonra ne gerek
Ecel bir dost yüzü görek
Böyle molur Karadirek
Yaralandım yaralandım

Vahap ağlar eller güler
Neler çektim neler neler
Sinem koyun olmuş meler
Yaralandım yaralandım

Yıldız Gelin (TM:369)

Arguvan yöresinde hala göçerlikle uğraşan Drijan aşiretinden Şatıroğulları, Hekimhan’ın Ballıkaya köyüne bağlı Çeki mezrasında ve çevresinde otururlar. Daha sonra Tarlacık köyünün Horumhan mezrasına yerleşirler. Bunlardan Ali Rıza’nın iki ayrı eşinden iki oğlu olur. Mustafa ve Mehmet (Lakko ve Mamo) adları verilir çocuklara. Mustafa’nın olduğu sıralarda Hasan Ağanın da Yıldız adlı bir kızı olur. Yıldız’ı Mustafa’ya kertme yaparlar. Ancak zaman içinde Mustafa’nın ağalık kurumuna karşı oluşu, diğerleriyle siyasi görüş ayrılıklarının olması ve annesinin Ermeni oluşu gibi nedenlerle kertmeyi bozup, kızı Mehmet’e vermeyi kararlaştırırlar. Yıldız Mustafa’dan düğün günü kendisini öldürmesini ister. Ta çocukluklarından beri birbirini seven Mustafa ile Yıldız’ın bu düşünceleri Yama Dağlarında düğün tutulduğunda gerçekleşir. Yıldız gelinliği ile at üzerinde, Mustafa da daha sonra ölür. Olay üzerine ağıtlar yakılır. Metindeki ağıt, Mustafa’nın yakın arkadaşı Hekimhan’ın Başkavak köyünden Âşık Vahap Alkan tarafından yakılıp, 1969 yılında plağa okunmuştur.


Verdiğin ikrara gel eyle beni
Götürdüğüm derdi verme sevdiğim
Yarı yolda koyup zar etme beni
Yürek yaralandı pare sevdiğim

Otuz beş kırkına varmadan yaşım
Benliğim yokuşlar sallanır başım
Kara gözlerine yük dolu kaşın
Gel temaşa eyle zara sevdiğim

Çadırda süt içip kaldım geride
Gelen vurdu ayık demez diri de
Ürgü dutar koymadılar deride
Gel temaşa eyle zara sevdiğim


___________________________________________
(*) Kitabımız, ISBN ve denetim pulu alınarak 
basıldı. (Süleyman ÖZEROl-Hüseyin ŞAHİN: Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi, SAGE Yayıncılık, Ankara 2023, 16x24, 682 s.)

1 KK: H. SAYIN: 1934, Eymir Köyü, Em. Öğretmen, D: S. ÖZEROL-H. ŞAHİN, DT: 07.11.1995
2 TRT Repertuarı No: 1347, D: Ahmet YAMACI, KK: Adnan OKUYAN.
3 KK: Hulki VURAL: Hacılar, Öğretmen, D: S. ÖZEROL, DT: 08.10.1996.
4 KK: Âşık Ekberi-Celal GÜRER: 1970, Malatya, Müzik Yapımcısı, D: H. ŞAHİN-S. ÖZEROL, DT: 1.11.2003
5 Abdulvahap KAYGUSUZ-M. GÜNAYDIN: Doğanşehir İlçesi, Fatih Matb. İstanbul 1986., s. 61-62
6 A. YOKSULİ: Dil Yarası, A/3
7 KK: Mustafa GÜRER: 1938, Malatya, D: H. ŞAHİN, DT: 09.03.2002; KK: A. Seydi ADIGÜZEL: 1945, Arguvan, D: S. ÖZEROL, DT: 10 Ekim 2000.
8 TM: 166’da yer alan biçimi.
9 Muharrem TEMİZ-Cengiz ÖZKAN: Yâre Dokunma, Kalan Müzik, İstanbul 2002, A/1
10 Âşık Çobani: III. Özel Kaset, Özgüler Kasetçilik, Malatya, A/2
11 Arapgir Postası: 20 Ağustos 1965, Sayı: 578
12 KK: Mustafa TURGUT (Battal’ın kardeşi), KK: Mustafa GÜRER (Çevreden) DT: 17.07.1999. Abdullah TURGUT, 1914 Arguvan, 17.7. 1999 Malatya
13 KK: M. ERCAN; 86 Yaşında, çiftçi, D: H. ŞAHİN, DT: 8.11.1991, KK anlatımı; “Ekin tarlasında dinlenme anında yarı uykulu bir durumda iken rüya gördüğü” biçimindedir.
14 KK: Y. ÇALIŞKAN/ Gürgür Dede: (1322–1999), Kuluncak-Alvar Köyü; H. ÇALIŞKAN; 1960, Malatya.
15 T. BUDAK: 2. Özel Kaset, Umut Plak 1977
16 E. YILMAZ: 2.Özel Kaset, Özgüler Kasetçilik, Malatya
17 E. OĞUR: “Eşkıya” BMG Müzik A.Ş. İstanbul 1996: A/1 (Fırat Ağıtı)
* Araştırmacı Kazım Tatar, birinci dizenin “Kömürhan Köprüsü Halpuz’a bakar” olmasının daha doğru olduğunu belirmiştir. Halk arasında Halpız olarak da söylenen Halpuz, Arguvan ezgilerinin harmanı sayılan Arguvan’a bağlı bir köyümüzdür (Şimdiki ismi Dolaylı mahallesidir.). Ayrıca bkz: S: ÖZEROL: “Kömürhan Köprüsü Nereye Bakar?”, http://suleymanozerol.spaces.live.com/blog/cns!B0B3016E4A496ADD!350.entry
18 HAMLE GAZETESİ: Malatya Festival Eki, Temmuz 2000.
19 S. ÖZEROL: “Altmışlı yılların başlarında bağ damımızın yanındaki asırlık ceviz ağacının dibinde söz konusu plağı dinlemiştim. Hatta o zaman plak yaygın olmadığından dinlemeye gelen birçok kişi olmuştu. Okuyan kişinin sonraki yıllarda Bilal Bozdağ olduğunu öğrendim.”; Bkz: Ali ÇARMAN: “Neye Âşık olduğunu bileceksin”, Evrensel Gazetesi, 25.08.2006
20 Kemal GÜLBAŞ: 1938, Arguvan, Çavuş Köyü, Malatya, DT: 16.08.1997, DY: Arguvan (Urunun Düz).
21 Âşık ÇOBANİ (Gazi KAYA): Özel mektubundan.
22 Ali Çeliktaş: Özel Kaset.
23 KK: H. SEVİLMİŞ: 1959, Arguvan, D: S. ÖZEROL, DT: 10 Eylül 1997, Malatya.
24 KK: Hasan ÖZEROL: 1934, Hekimhan Ballıkaya Köyü, DT: 1971, D: S. ÖZEROL, Ayrıca bkz: S. ÖZEROL: “Gacer Yaylası ve Âşık Bektaş”, Anadolu Şiir Dergisi, Sayı: 2, Temmuz 1999, s. 23

Yorumlar

  1. Her türkünün mutlak bir öykü vardır bunları bilerek türküyü söylemek daha verimli oluyor hazırlayan dostlara teşekür ederim. ne demişler nerde bir türkü söyleyen varsa git yanına otur ondan sanazarar gelmez

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar