Bizim Toprağın İnsanları

BİZİM TOPRAĞIN İNSANLARI

Abbas DURAK

Bu yaz, memlekete gitmiştim birkaç günlüğüne. İzin günüm bitmiş, ayrılık vakti geldiğinde gerekli hazırlığımı yapmış, Ankara'ya gitmek için henüz yanlarından ayrılmıştım. Yola çıkmak üzereydim.
Durun! Bir fotoğrafınızı çekeyim dedim... Fotoğraftan da görüldüğü üzere canım anam, henüz yeni yapılmış kahvaltı sofrasından ekmek poşetini kaldırıyordu. Çünkü hemen günlük işlerine koyulacaklar, kaldıkları yerden. Babam ise anamın dediği gibi her gün, daha ortalık ağarıp da kuşlar uyanmadan önce uyanırdı.
Babam gece yarısından sonra Tan Yeri ağarmadan, saat 03.00’ ü geçirmeden uyanır, hayvanları yemler, altlarını temizler, süt sağım makinası ile inekleri sağar ve diğer işleri yapar. Ta ki gün ağarıp ışıyıncaya kadar, sonra da kahvaltı yapmak için oturur sofraya… Çarçabuk birkaç bardak demli çayını içer, son bardağın yanında hemen bir cigara tüttürür. Daha bardak yarımken, “Haydi!” der, hemen işe koyulur. Anamın da babamdan kalacağı yok... Bahçeyle, ineklerle, kışa hazırlık yiyecek kurutmak gibi uğraşırlar günlük işlerle uğraşır.
Yanlarına her gittiğimde, bazen de telefonla görüştüğümüzde, görürüm, duyarım, bilirim perişan hallerini dayanamam, azarlanacağımı bile bile; ''Giden ömürden gidiyor. Az çalışın artık. Biraz da hayattan tat alın, rahat edin. Biraz dinlenmeyi, rahat etmeyi, hayattan tat almayı niye kendinize yük görüyorsunuz?” dediğimde her ikisi de;
“Değmen bize! Biz böyle mutluyuz, böyle konuşup da bizi boş yere avare etmeyin! Buradaki her bir ağaca, size olan emeğimizden daha çok emeğimiz var. Bu bahçe hastane gibidir! Biz bu ağaçlarla ilgilenmezsek bu ağaçlar hasta olur, kururlar. Bunca yıllık emeklerimiz zayi olur! Sen bir ağaç yetiştirmek nedir bilir misin? Sen emeklerinin zayi olmasını görmek ne demektir, bilir misin? Sen yokluk nedir, bilir misin? Muhannete muhtaç olmak nedir, bilir misin? El kapıları nedir, bilir misin? Çalışmayıp da ne yapalım? Allah’a şükür elimiz, ayağımız tuttukça çalışacağız! Allah kimseyi kimsenin umuduna koymasın! Sen bizi şimdiden toprağa mı gömmek istersin? Sonra, sen bilmez misin? Bizim gelecekte torunlarımız var! Torunlarımız! Onlar için, onların geleceği için çalışmamız i-lazım” diyerek hafif üslup bazen de oldukça sert azarımı işitirim dediğime, diyeceğime pişman ederler beni.
Ağaçları hasta etmeden, kurutmadan en iyi ağaç ya da meyveyi nasıl yetiştirebilirim, hayvanları aç bırakmadan daha iyi nasıl besleyebilirim, bir de zamanı gelince torunlarına mevsiminde yetişen meyve ve sebzeler ile kışlık yiyeceklerden neler gönderebilirim, amacı ve tasasından başka çok para kazanmak gibi bir amaçları ya da tasaları da yoktur.
Oysa çalışmaktan fırsat bulup ta özenerek yetiştirdikleri, meyvelerin çoğunun tatlarına bile çoğu kez bakamazlar. Çeşit çeşit üzümleri, incirleri, narları, armutları, elmaları, dutları; kuşlar, arılar, böcekler, özellikle de inciri tilkilerin elinden alamazlar. Hata ceviz zamanı her gün kargalarla kavga halindedirler ve genellikle kargalar kavgayı kazanır dalda kalan birkaç cevizle yetinmekle kalırlar. Sebzeleri de köstebek, kaplumbağa, kirpi, kuşlar gibi yaban hayvanlarının saldırısına uğrarlar adeta. Babam meyveleri yiyen, yaralayan, batıran yaban hayvanlarını kast ederek; sanki 12 ay boyunca benimle beraber çalışmışlar! Hâsılat zamanı olduğu zaman; dağda, bayırda, nerede ne kadar kuş, börtü-böcek, mahlûkat varsa ortak olarak karşıma çıkarlar. Nerde ne var en iyisini, en tatlısını bulur yerler, yemekten öte yaralayıp batırırlar hiç eder. Bu ortaklar, ne laftan anlarlar! Ne de halden! Hâsılatı batırır, bitirir giderler. Öyle seneler olur ki, işin birde bunların elinden, elimiz değip de incirin, üzümün tadına bakmak bile nasip olmaz.
İşte o zaman sizlere bir kızarım, bir kızarım ki! Elime bir geçseniz dövmek isterim sizleri. Benim torunlarım niye olmasın şimdi burada, niye elleriyle dalından meyveleri koparıp ta doyasıya yemesinler diye, çok hayıflanırım çok! Der babam.
Bende kendimce, çaktırmadan takılırım babama, birazda öfkesini azaltmak için; “Babacığım, senin bu bahçe çok mübarek bir yer! Ocak gibi bir yer yahu! Bu mübarek bahçe; Nerde aç, düşkün var, onlarda yetmediği gibi tabiatta ne kadar kuş, sinek, arı gibi börtü böcekle, her çeşit yaban hayvanı, türlü mahlûkatları doyurur. Siz işlere yetişemeyince ırgat tutarsınız, ırgatlar gelir çalışırlar, ırgatların ekmek kapısı olursunuz. Sonuçta bahçeden kazanç olarak elinizde bir şey kalmasa da, hesaba vursanız kökten zarar etmiş olsanız da, belki de tek kârınız olanı korumakla sınırlı olsa da bunda da bir hayır vardır… İnşallah! Allah görür bunları, Allah katında yerin iyidir, dediğimde ise gülümseyerek bana bakar.
Genellikle emeklerinin karşılığını alamazlar, her halükarda haneye zarar yazılacağını bildikleri için hesap yapmaktan hoşlanmazlar. Onun için pek hesap yapmazlar ama buna çok da hayıflanmazlar.. “Neydek! Bu da böyleymiş, hayırlısı olsun, Allah hayırlısını versin' der, geçerler. Ve bütün bunlara rağmen; hayata, tabiata dört elle sarılırlar, “Ya Allah!” deyip; aşkla, şevkle, sabırla, çalışırlar, çalışırlar, üretirler.
Bazen de gün batımı, akşama doğru hemen bahçenin yanındaki tepenin, akşam karanlığının ilk işareti olan gölgesine bakarak, günle kavga ederler... Bu günde, ne çabuk bitti? Daha yapacak çok iş vardı, diyerek hayıflanırlar...
İşte! Bilirsin bizim elleri Kivre, böyledir bizim toprağın insanları…


05 Ekim 2015, Ankara

Yorumlar

  1. Sayın Süleyman Hocam..Çok teşekkür ederim. Sağ Olun. Var Olun.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar