Bizim Konağımız

BİZİM KONAĞIMIZ

Ali Rıza YILDIRIM

Arguvan'ın Yukarı Sülmenli köyündeki konağımızın alt katı 1800 yıllarında büyük Dedem Hasan (Hasanöğ) tarafından yaptırılmış, ön tarafı Düğenhana, etrafı duvarlarla çevrili, gelen misafirlerin atları bağlanır imiş. Konağın arka tarafı bahçe imiş, yakın zamana kadar dut ağaçları, kaysı ağaçları ve sebze ekmek için bayağı geniş alan varmış, yukarıdaki Kasım Amcaların kapının önünde akan su ile sulanırmış...
Evin üst tarafı yani konak, sonradan yapılmış. Kanatlı kapının üzerinde tunçtan yapılmış tokmağı, önündeki taş ise gelen misafirler atlarına kolaylıkla binsinler diye konmuş, adına da biz zaten ‘binek taşı’ diyoruz.
Aşağıdan üst kata ahşaptan yapılmış güzel bir merdivenle sofaya oradan da bucak damına, iki mağlı büyük salona ve en çok sevdiğim şanı şirin dediğimiz misafir odamıza varırdık.
Bucak damının kapı eşiği biraz yüksek olduğundan dikkatlice içeri girer idik.
Kapının hemen yanında derme çatma bir kablığımız, onun yanında anamın yağ sandığı, anam kavurmayı, yağı, reçeli ve çay şekerini orada saklardı, üstünde de bir köceği (asma kilidi) vardı.
Karşı duvarda bir baca vardı, kışın büyük bir teşt koyar orada çimerdik.
Tekrar sofaya çıktığımızda sol taraftan büyük odamızın kapısından içeri girerdik.
Babam sinirlendiği zaman kardeşimin ve benim sığınma yerimizdi, hemen kapıyı arkadan kitler kapatırdık.
Odanın iki tarafı ahşaptan makat vardı, biri doğuya ikisi güneye açılmak üzere üç penceresi vardı. İki mağlı olması dolaysıyla bayağı büyüktü.
Eskiden görgü cemleri bizim evimizde o büyük odamızda yapılırmış. Cemlerde de babam dedelik yaparmış. Babam Sadık Yıldırım, ‘Sadık Dede’ adıyla tanınırdı. Şah İbrahim Ocağına bağlı sayılı dedelerden olup, kendisini çok iyi yetiştirmiş,1950 yıllarında Kerbela’ya Hz. Hüseyin’in türbesini ziyarete gitmiş, ayrıca da İslam tarihini, Kuran'ı ve tefsirini çok iyi bilen birisiydi. Gerek köyümüzde gerekse çevre köylerde sayılır ve sevilirdi.

Babamla ilgili olarak köylümüz Ali Adıgüzel, köy ile ilgili sayfada bir yazı yayınlamıştı. Bu yazıyı paylaşmak istiyorum.

***

Sadık Dedemiz, Bilge İnsan, Rıza Şehrinin İnsanları, Nur İçinde Yatsın...

Öyle güzel bir yer bulmuştu ki adam şaştı kaldı. Herkes güler yüzlü, saygılı ve herkes bal arısı gibi çalışıyor. Adam elinde para fırını girdi, parayı uzatıp ekmek isteyince fırıncılar şaştılar. "O da ne?" dediler. "Para" dedi, "ekmek alacağım." "Bizde para pul geçmez, ne kadar ihtiyacın varsa al" dediler.
Adam yalnız yaşamaktan bıkmıştı, bir kadınla konuştu evlenmek için. Konuşacağı yere giderken yolda gördüğü nar bahçesinden hediye için üç beş nar aldı, kadınla buluştuklarında güler yüzlü ve çok candan olan kadının yüzünün asık olduğunu ve çok soğuk davranmasına şaştı. Uzattığı narları da almadı. "Neden? Bak sana güzel narlar getirdim, teşekkür bile etmedin" dedi. Kadın, "Bunları nereden aldın?" dedi. Adam bahçeden izinsiz aldığını gizledi, oysa o şehrin bir gözeticisi olduğunu bilmiyordu. "Buna ne gerek vardı, Rıza Şehrinde para pul geçmez, doğruluk esastır. Orada sevgi ve saygı vardır, insanları dünya malını peşinde değildir. En güzel insan ruhunun mayalandığı şehirdir. İmam Cafer Buyruğunda Aleviliğin çekirdeği bu sarmalda şekil almıştır.
Evet, o şehrin son ışıklarından idi Sadık Dedemiz. Kitaplarından ver ki okuyayım dediğimde, "Ne kitabı? Hepsini kaldırıp attım, kitap benim" dedi. Beynindeki hazineyi sezmiştim, hayran olmuştum ama ne yazık ki çok geçti. Yine bir yıllık peyder pey ondan öğrendiklerimle, okuduğum, hayran olduğum İmam Cafer Buyruğunun ruhuyla aynı havayı canlı olarak solumak bir başkaydı.
Nur içinde yat bilge insan, çok seviyordum...


***
‘Şanı Şirin’ odamız evimizin en güzel yeri idi, evimize gelen misafirleri orada ağırlar ve orada yatırırdık. Yan duvarı amcamlarla ortaktı ve orada küçücük bir penceresi vardı, Eskiden oraya çıra veya lamba yakıldığında her iki tarafı da aydınlatsın diye tahtadan bir altlık da konmuştu. Hele duvara oymalı dolaplarımız, nasılda hoşuma giderdi onu açıp kapatmak. Mehmet Emim (Dişöğ Memet) özene bezene yapmış, birde oraya ağaca el oyma ile tarih atmıştı. Pencerelerine gelince aşağıdan yukarıya doğru açmalıydı, birisi aşağıdan seslendiği zaman, hemen pencereyi aşağıdan yukarıya doğru kaldırır cevap verirdik, kısacası cumbalı penceresi vardı. Tavanı mertek değil güzel kesilmiş ağaç ve araları düz tahta ile kapatılmıştı. Rahmetli ağabeyim yaz tatillerinde köye evimize eşi ile geldiğinde o odada, yani ‘Şanı Şirine’de kalırdı.
Ya o merdiven, hiç sormayın, benim o merdivenden çok alacağım var, küçük yaşta iken kaç defa aşağı doğru yuvarlanmış ve bir keresinde başımdan kanlar akarken ağabeyimin kucağında olduğumu hiç unutamam. Hala o merdivenlerle ilgili anlımda ne çok hatıralarım var. Evet, merdiven seni ve hatıralarını unutamam ben.
O konak da yıkıldı, viran oldu, yerinde yeller esiyor. Artık o ihtişamlı konak yok, o da diğer konaklar gibi içinde sakladığı hatıraları ile beraber tarih oldu.

24 Aralık 2015, İstanbul

Yorumlar

Popüler Yayınlar