“Fikrim Saçımı Ağarttı"

“Fikrim Saçımı Ağarttı"

Süleyman ÖZEROL

Derleme çalışmalarımı yakından izleyen Ali Tura, “Bir âşık var, mutlaka kayıt altına alınması gerek, derlenmeli, bir gün yanına gidelim” dedi. Şevket Pektaş’ın (Mahzun Pektaş) arabası ile 14 Ekim 2006, Doğanşehir ilçesi Dedeyazı köyünün Yelli Gedik Mezrasına Ali Tura ve ile birlikte ziyaretine gittik. Oldukça güzel muhabbet ettik, yaşamöyküsünü ve görüşlerini Ali Tura ile birlikte derledik.
Aradan geçen on bir yıldan sonra kendisi hakkında Erzat Atasoy’un; “Kırk dört yıl öncesinin dilimizde düşürmediğimiz isyan ezgilerin ve bestelerin döneme damga vuran bir ‘çağrı ve haykırış isyan türküsü’ idi. Mazi bazen küllenmiş de olsa geçmişteki bir değeri gün ışığına çıkarabiliyor. Sevgilerle selamlıyorum” değerlendirmesini başa alarak derleme çalışmamızı kamuoyuna sunuyorum.


Doğan Öcal



Doğan Öcal, 1953 yılında Doğanşehir ilçesinin Dedeyazı köyüne bağlı Yelli Gedik mezrasında doğdu. İlkokulu Dedeyazı’da, ortaokulu Polat kasabasında, Hatay-Kırıkhan’da lisede okudu (2. sınıfa kadar). Askerliğinin Balıkesir-Burhaniye’de tamamladı.
1976-1980 yılları arasında Adana’da çimento fabrikasında çalıştı. 12 Eylül döneminde işine son verildi, köyüne döndü, 1991 yılına kadar çiftçilik yaptı. İstanbul’a gitti. 2002 yılından bu yana İstanbul ve köyünde yaşıyor. Sağlık nedeniyle köyünde daha fazla kalıyor, tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor. Evli, beş çocuklu, çocukları İstanbul’da kalıyor.
İlkokuldayken okuduğu 1001 Gece Masalları adlı kitabın etkisi ile insana ve halka daha çok sevgi duyduğunu, şiir yazmaya başladığını belirtiyor. Dede olan babasının bağlama-cura çalması nedeniyle daha ilkokula başlamadan özenerek bağlama çalmaya başlamış. Mahzuni ve Ruhi Su’dan etkilenmiş, hatta bir zamanlar Mahzuni’yi taklit etmiş. Halk şiiri tarzında şiirler yazmış...


Bir anısını şöyle anlatıyor:

“Babamın dede oluşu nedeniyle Doğan Dede (Hüseyin Doğan, Kırlangıç köyünden), Güzel Dede (Çelikhan Bulamlı) gibi dedeler zaman zaman bize konuk olurlardı. Babam çalıp söylerdi. Güzel Dede de...
İlkokula başlamadan önce bir gün köye de jandarmalar geldi, bize konuk oldular. Onlara cura çaldım, hoşlarına gitmiş olacak ki içlerinden biri bana ortası delikli iki buçuk kuruş verdi. Babam razı olmadı, geri askere verdi. Asker ise üsteledi, parayı aldım. Babam da askere beş kuruş verdi.”


İlkokulda öğretmenlerinin özendirmesi ile söylemeye de başlamış, söylemesi beğenilmiş de... O sıralarda Nuri Sesigüzel popülermiş. “Aşk Bir Istırap” türküsünü, “Aşk Bir Mızrap” diyerek söylediğinde öğretmeni düzeltmiş. “Bu olayı unutamam” diyor.
Ortaokulda okurken, “Bağlama çalan var mı?” diye sorulduğunda, çalıp söylediğini belirtmiş. “Mızrabı da o zaman tanıdım” diyor. Kırıkhan’da lisede okurken bağlaması ile yerel sanatçı Ahmet Çiçek’e eşlik etmiş.

Askerlik dönüşünde 1974-1976 yıllarında Hilmi Şahballı, Hasan Beydili, Mahmut Coşkuner, Emin Turgay, Ahmet Ödük, Ahmet Çiçek gibi sanatçılarla Gaziantep Müzisyenler Sendikasında yer almış. Meçhuli, Ali Sağlam, Yamani (İbrahim) ile Pazarcık, Gölbaşı ve köylerinde konserler vermişler. Akçadağ Ören’deki konserlerinde olay çıkınca yarıda kalmış. Mahzuni ile İslâhiye’de konsere katılmış. Meçhuli’nin (Hüseyin Derdiçok), “Derdim çoktur kime yazdırayım” adlı deyişini kendi yorumu ile okumuş.

Ezilmişlik, başkaldırı temelinde şiirlerini sürdürmüş. İleriki yıllarda şiirlerinde daha ılımlı bir tutumla hareket ettiğini, insanların hata yapabileceğini düşündüğünü hesaba katarak hareket etmiş. “Şiirlerimde yaşamadığım hiçbir olaydan söz etmedim. Yaşanmışlardan çok gelecekte yaşanacakları da dile getirdim” diyor. Bazı şiirlerini bestelemiş, çalıp söylemiş. Basın-yayın organlarında şiirleri yayınlanmamış.

Emperyalist baltaları körlendi
Artık kesemezler dallarımız
Aydınlık zümresi işçi emekçi
Patronlar ne bilir hâllarımızı


Fikrin saçımı ağarttı” söz başlı bestesini Erensoy Akkaya ve Dilber Doğan kasetlerine okumuşlar. 1


Her dalda bir diken bitti
Diktiğim güller boşumuş
Her tele bir mızrap attım
Çaldığım teller boşumuş

Bela belayı yarattı
Gün geldi günü arattı
Fikrim saçımı ağarttı
İttiğim yıllar boşumuş

İyilik et kötülük bul
Nankör mü yaratıldı kul
Hayat bana oldu okul
Gittiğim yollar boşumuş

Yoksulluk tokmağın vurdu
Sefalet içeri girdi
Açlık dört yanımı sardı
Döktüğüm diller boşumuş

Dünyaya geldim bir doğan
Dedim ki bir hiç mi Doğan
Hani ya o özgür doğan
Gezdiğim eller boşumuş

Bazı bestelerini okumak isteyen sanatçılar olduğunu belirtiyor.

Sevdamı saldım dağlara
Türküler kaldı bahara
Bir daha ne sor ne ara
Senden yana içim yara

Şiirlerinde Doğan ve Doğan Dede mahlaslarını kullanıyor.

Dede sazı ve kısa kol bağlama ile ilgili bir olayı şöyle anlatıyor.

“Malatya’da Cafer Dededen bir bağlama aldım.  Gaziantep’e gittiğimde sazın üst kısmını dede sazına ayarlayarak çalıp söyledim, herkes beğendi. Hasan Beydili, Mahmut Coşkuner, Emin Turgay da öğrenmek istediler. Onlara öğretmeye çalıştım. Hasan Beydili, “Arif sağ bunu görse mutlaka bir şeyler yapar” dedi. Bu bağlamayı çaldılar. Oysa keramet bağlamada değil, düzendeydi. Biz dede sazıyla çalmayı modern değil diye gizliyorduk...”

Kendisinden esinlenerek birçok kişi bağlama öğrenmiş. Kardeşi Güner, Doğanşehir’de bağlama yapımı-onarımı ile uğraşan amcasının oğlu Güzel bunlardan ikisi...

Çevreden derleme ve araştırmalar yapmış, anı-deneme notları ile bir deftere yazmış. 12 Eylül döneminde eşi, kitaplarıyla birlikte “yasaktır” düşüncesiyle yakmış. Bunlar arasında bazı atasözlerini kendine göre yorumlayarak yazdıkları varmış. 
Doğan Öcal, Yelli Gedik mezrasının kuruluşu, adının nereden geldiği, burada yaşayanlar ve iki yıl önce işletmeye açılan demir cevherinin çevreye etkileri konusunda şunları anlatıyor.

“Üç yüz yıl kadar önce Elbistan’ın Derviş Çim köyünden Dedeyazı’ya gelen Ali Dede, burada on beş yirmi yıl kaldıktan sonra Polat ile köy arasındaki bu araziyi satın almış ve yerleşmiş. Bir süre sonra kardeşi gelip yerleşmiş. Kabilemize Derviş Çimli ve Ali Dedegil adları verilmiş. Ali Dede bizim dedemiz. Bizim soyadımızı taşıyanlar Ali dedenin soyundan, Şevki soyadlılar da kardeşinin soyundan gelenlerdir.
Sekiz on hanelik mezramızda halk geçimini hayvancılık yaparak sağlamaktadır. Konumu itibariyle arıcıların konmak istedikleri bir yer.  Keven ve kekik var. İhtiyacımız oranında arıcılık da yapıyoruz. Mersin’den gelen bir arıcı buranın Yelli Gedik olan adının Ballı Gedik olarak değiştirilmesini önermişti.
Burası yüksek ve gedik bir yer. Bütün yellerin esmesine karşın poyraz ve kaba yel (sam yeli)kendini hissettirir. Rüzgârlı olması nedeniyle Yelli Gedik denilmiş.
Topraklarımızdan iki yıldan buyana demir cevheri çıkarılıyor. Buradan ve çevre köylerden birkaç kişi ocakta çalışıyor. Ancak bizim için zararı daha çok. Çalışmalar, kamyonların işlemesi, dinamit atılması, toz ve ses kirliliği yapıyor. Ocak açılalı beri kayısılarımız tutmuyor...”

Halk hikâyelerini çok sevdiğini ve kendisinin de denediğini belirten Öcal, Mizah türlerini çok beğeniyorum. Ağlayan bir toplumuz, gülmeye hasret kalmışız. Bu nedenle mizah türlerini çok seviyorum. Hele de Aziz Nesin’in mizah edebiyatını” açıklamasıyla pekiştiriyor.

“Hatayı beklemediğimiz kişiler yapıyor, yapılmaması gereken hatalar yapılıyor. Türküler kırpılıyor, sözleri değiştiriliyor... Örneğin; Abdurrahim Karakoç’un, “Sayıklar gülerek bebek uykuda” dizesi, “Zayıflar gülerek bebek uykuda” biçiminde Musa Eroğlu ve Erensoy Akkaya tarafından okundu.”

Mahzuni’yi “Amerika Katil” türküsündeki bazı sözleriyle eleştirdiğini belirtiyor.
“’Kahpe millet’ deyimini kullanıyor. Bunlar yakışmıyor. Milliyetçilikten çok, şovenizmi çağrıştırıyor. Franko, Hitler diktatör diye İspanyol, Alman halklarına hakaret edemeyiz.”

Şiir okuyan herkesin şair olmadığı gibi, her şiir yazanın da şair olmadığını belirtiyor. “Şair, halkın içine girmeli, halkı tanımalı, analiz yapmalı, halkın sorunlarını anlatmalı. Halktan kopuk olan şair değildir” diyor. “Sanatçının karnını doyurmayacaksın, aç da bırakmayacaksın” derken farklı bir bakış açısı sergiliyor.

Alevilik, dedelik ve bağlı bulunduğu Derviş Çim Ocağı ile ilgili olarak görüşlerini özetle şöyle açıklıyor.

“Alevilik, ateistlikten tutun da Muhammet’in düzenine kadar uzanan bir mozaik. Her düşüncenin iyi yönlerini alarak oluşmuş. Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişinden sonra yeniden biçimlenmiş. Halk edebiyatı ve müziğinde en çok pay Alevilerindir. Ozanların, âşıkların çoğu alevi olup, şiirleri çalınıp söyleniyor.
Tarikat bazında ilim ve hüccet (bilim ve yetki) sahibi kişiler olan dedelerin görevi toplumdan almak değil, topluma vermektir. Bilgiyi, kültürü, çağın gelişimlerini, değişimlerini, dönüşümlerini topluma aktarırlar. İlim ve hücceti olmayan kişiler dedelik yapamaz.
Halil Öztoprak’ın kitaplarını okudum.
Derviş Çimli Ocağındanız. Ad benzerliği nedeniyle hep Derviş Cemal Ocağından ya da ondan ayrılma sanılmış ocağımız. Elbistan’ın derviş Çim köyünde Derviş Çim Dedenin yanında Sinemil Dede yetişmiş. Dede, Bazı köylerin görülüp sorulmasını Sinemile armağan olarak vermiş.
Bizim ocakta Güzel Dede (Atasoy) vardı. Oğulları Behzat ile Erzat geleneği sürdürmeye çalışıyorlar.
Yetmişli yıların başından buyana köyümüzde cem yapılmamıştır. Dedelik kurumu ve cemler çıkar ilişkileri ve siyasal değişmeler sonucu sekteye uğramıştır.
Günümüzdeki Alevilik tartışmalarının dışındayım. Aleviliğin devlet denetimine sokulmaya çalışılmasına bir anlam veremiyorum. Anadolu Aleviliği özgünlüğünü korumalıdır.”

Malatya kültür sanat adamlarının örgütlenmesi bağlamında MAKSAD hakkında bilgisi olup olamadığını sorduğumuzda; “MAKSAD hakkında bilgim yok. Malatya’yı fazla tanımıyorum. İyi bir Mahzuni taklitçisiydi Kazım Tatar. Gidersem onun yanına uğruyorum” dedi.


1 Erensoy AKKAYA: N’olur, İber Müzik Yapım, İstanbul 2006, A/2; Dilber Doğan, Fikrin Saçımı Ağarttı/Boşumuş; Son dörtlük okunmamıştır. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar