Kendi Evladının Tedavisi İçin Geç Kalmıştı







Kendi Evladının Tedavisi İçin Geç Kalmıştı


Nurcan Koçak hemşirenin hemşirelik yıllarından bir anısını insana, insanlığa hizmet edenlere saygıyla sunuyorum.

Nurcan KOÇAK

Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik.
Yoğun bir gündü…
Çocuk servisleri, hastanelerin en yoğun ve gürültülü servisleridir.
Artık günün yoğunluğu geçmiş, servis sessiz bir hal almıştı.
Akşam tedavilerini bitirmiş, çay içmeye gitme telaşındaydım. Çünkü günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum.
Kep dağılmış, saç baş karışmış, yorgun, bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım…
Ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu. Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim; karşıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu, içlerinde çocukların da bulunduğunu, damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu.
Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servise yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
"Ne yapalım? Bırakalım ölsün mü bu insanlar? Gelmek zorundasınız! Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz! Siz Hipokrat Yemini etmediniz mi?"
Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binip koşarak acil servise gittim. Her yer kan revan içindeydi; ağlayan, koşuşturan, yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı.
Bu kalabalıkta sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum ama herkes elinden gelen gayreti gösteriyordu.
Acil serviste yatak kalmamış, sedyelere insanlar yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor, yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise kendi aileleri çıkartıyordu.
Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15-17 yaş arası bir genç vardı, gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahı hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu. Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun başına gidip konuşmaya başladım. Konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu. Hayatının son anlarını yaşadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede üzülüyordum.
Onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı.
Genç iyice kötü olmuştu, ellerimi sımsıkı tutuyordu. Bırakma dercesine gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim. Eğildim yanaklarından öptüm. "Bırakmayacağım seni, sakin ol, üzülme sakın" dedim.
Hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bir insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor, sanki onun acısının aynısını çekiyordum.
Çok acı çekiyordu, hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin sarsıntısından.
Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum. Bir süre sonra acısı geçmiş gibi sakinleşti yüzü ve hafif bir tebessümle, “Annee!” dedi. “Buradayım annem” dedim. Elimi iyice kavradı. Eğildim yanağını öptüm, öyle kaldım...
O artık aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen hekimi suçluyor, içimden lanetler yağdırıyordum.
Derken beyin cerrahi hekimi gelmişti, hastanın daha doğrusu artık ölmüş gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda hekimin hiçbir şey söylemeden yere düştüğünü gördüm.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum; yemekli bir davetten gelmişti, ‘acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizi mi geçiriyordu’ diye düşünürken diğer hekim arkadaşlar olaya müdahale etmişlerdi bile…
Ölen o gencecik insanın babasıydı bu hekim ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki!
O an oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti.
Seni yeniden andım Kerem, ruhun şad olsun...
Hayattaki bir saatlik küçük dostum.

Bana yaşattığın tecrübeyle yıllardır dost kalan dost…

Yorumlar

Popüler Yayınlar