Ümmühan

 

ÜMMÜHAN

Handan Seçkin

Yıl 1971 okulumu bitirmiş, heyecanla tayin emri bekliyordum. O gün geldiğinde Balya’nın bir dağ köyüne gideceğimi öğrendim.
“Sen oralarda yapamazsın” dedi bir bilmiş arkadaşım. “Bandırma gibi bir yerden oralara gidip alışmak çok güç. Gitmemek için çareler düşün.” Ve ben aksine bir an önce gitmek için çareler düşünmeye başladım. Uyumadan önce saatlerce köyüm ile ilgili hayaller kurardım. Rüyalarım dağlarla dolmuştu. Mor dağlar, yeşil dağlar, çiçekli, çiçeksiz dağlar… Hatta kovboy filmlerinin akbabalı çıplak dağları…
Kalbim henüz yüzlerini görmediğim öğrencilerim için sevgiyle çarpıyordu. Annem ile bir kamyonet kiralayıp eşyalarımızı doldurduk. İki yaylı divan, işlemeli yastıklar, kendimize yetecek kadar yatak, yorgan, kapkacak bir küçük masa ve kutular dolusu kitap. Babam olmadığından amcamı da aldık enemin emriyle “Ne olur ne olmaz. Köylüler ilk anda sahipsiz bunlar, diye düşünmesinmiş.”
Heyecanlı bir yolculuktan sonra, “orası mı, burası mı?” derken hayallerimin “Yeşil dağlı” köyünde buldum kendimi. Yemyeşil çam ormanları içinde köye adını veren gürül gürü su Patlak. Ekin yıkayan, çamaşır yıkayan beline kadar ıslanmış köylü kadınlar, yamalı elbiseleriyle ama ışıl ışıl gözleriyle onlara bakan bir sürü de çocuk ilk hatırladıklarım. Arabamızı görünce tüm çocuklar meydana düştü. Meğer oraya araba ile gidebilmek bir mucize, arabanın gelmesi de onlar için büyük bir olaymış.
Güler yüzlü bir muhtar ile öğretmen arkadaşım karşıladı bizi. Heyecanla okuluma baktım. Kocaman bir bahçenin ortasında yepyeni, küçücük bir bina…
Okuluma başladığım ilk gün dört-beşleri okutacaksın dedi arkadaşım. Dört-beşleri inceledim yan gözle. Benden uzun çocuklar vardı. Çocukları çok severdim ama bunlar pek sevimli gelmedi. Cıvıl cıvıl birinci sınıflardı benim istediğim. İnatlaştım “tecrübesizsin” diyen arkadaşımla, okutabilirdim ve okutacaktım.
Ders saatlerimiz neşe ile geçiyordu. Sonbahar yağmurları başlamadan çevreyi tanımak istiyordum. Ders saatlerimizin dışında beni arayan sincapları kovalarken, çiçek toplarken, davulgu yerken bulabilirdi ancak. Peşimde bir alay çocukla.
Çocuklarımın içinde en çok dikkatimi çeken “Ümmühan Kız” oldu. Boncukla örülmüş kumral saçları, iri mavi gözleri vardı. Kolunda da yine mavi boncuktan annesinin nazar değmesin diye taktığı bilezik. Örgünün her tarafında kocaman muskalar. Bunları çıkarması için baskı yapamadım. Benim Ümmühan kızım bunlarla da ışıl ışıldı. Gülüşü içimi aydınlatıyordu. Aklına gelen her şeyin nasıl yazıldığını öğrenmek istiyor beni usandırıyordu.
Kış yaklaşıyordu. Yağmurlar başladı. Bir grup öğrencim köye uzak mahalleden, Akçal’dan geliyordu. “Çok yağmurlarda gelmeyin” dedim onlara. Ama kimse gelmese de benim Ümmühan kız gelirdi. “Yağmurlu havalarda evin içinde kapana kısılmış encekler gibi dönüyor, zapt edemiyorum onu” diyordu annesi. Heöen sobanın yanına oturur, boncuklu saçlarını zorla çözdürür, çorapsız ayaklarını sobaya uzatırdım.
Güzel havalarda yadırgamadığım delikli naylon ayakkabıları kış geldiği halde hiç değişmedi. Çoğunun böyleydi. Maaş almaya indiğimde birkaç defa lastik çizmeler, çoraplar aldım. Giymediğim elbiselerden elbiseler diktim. Ama değişen bir şey yoktu. Bu fakirlik karşısında çırpınmam boşunaydı.
İlk kar düşmeye başladığında Ümmühan’ın gözleri bulutlandı. Diğer arkadaşlarının köy içinde akrabaları vardı. Karda kışta orada kalıp okula devam edeceklerdi. Ama onun akrabası yoktu. Bende kalmasını teklif ettim. Sevinçle kabul etti. “Buyucuk seni öpem mi?” dedi bana. Gülüşerek kucaklaştık.
Bir okul çıkışı siyah lastik çizmelerimi, kapşonlu kabanımı giyip düştüm Akçal yoluna. Yollarda şarkılar söyledik, mantar topladık. Fakat Akçal’a varıp da anası “Olmaz!” deyince büküldü boynumuz. Babası şehre para kazanmaya gitmişti. Ele güne karşı yalnız kalamazdı anası. “Olsun” dedim Ümmühan’a. “Sen artık okuma yazmayı öğrendin. Al sana bir sürü hikâye kitapları. Çok kar yağdığında gelme, evde okursun.”
Denizi görmeyi çok istiyordu. Çok merak ediyordu. “Buyucuk doğru söyle öğretmenim, bizim Patlak’tan büyük mü?” derdi. Deniz manzaralı kartpostallar doldurdum hikâye kitaplarının arasına sürpriz olsun, bulunca sevinsin diye…
Ve… Bir sabah uyandığımda kapımı açamadım. Kar yüklenmişti kapıya. Ev sahibimin oğlu Hallibram açtı kürekle. Yine Hallibram’ın kara çizmelerini giydim kasıklarıma kadar karlara battıkça çizmelerimin ağırlığından ayaklarımı zor kaldırıyordum. Okul çevresindeki tek tük öğrenciyle ders neşem yoktu. Her sabah çıktığı sokağın başındaydı gözlerim. İlkokulu bitirince ailesi izin verirse onu Bandırma’da okuturuz diyordum, ama Ümmühan’ım bir daha hiç görünmedi. Bu hayallerim buruk bir anı olarak kaldı içimde. O karlar ve okul sevgisi Ümmühan’ımın katili oldu.
Karlar ilk erimeye başladığında bir feryat sardı köyün içini. “Karabacak Ali’nin kızı Ümmühan ölmüş” diyorlardı. Köy bekçisi getirmişti haberi. İnanamadım. Ağlayarak ilk defa yalnız yollarda buldum kendimi. Yine ağlayarak Akçal’ı buldum. Gördüğüm ilk insana sordum. Doğruydu. Bir sabah okla gelmek için anasına seslenmeden giyinmiş, yola çıkmıştı. Karların altında kucağında benim verdiğim hikâye kitaplarıyla bulmuşlardı onu.
Ümmühan’ın ölümünden sonra birden ihtiyarladım sanki. Unutmak için kendimi daha çok çalışmaya verdim. Köy kadınlarına okuma yazma, kızlara giyinmesini, konuşmasını öğretmeye çalıştım. Hoşgörülü, yeniliğe hazır insanlardı. Ümmühan’ımın sevgisini onlarda bulmaya çalıştım.
Yıllar sonra Erdek’e tayin olduğumda camdan denizi seyrederken, denizi göremeyen Ümmühan için gözyaşı döktüm…

Yorumlar

Popüler Yayınlar