“Kul yanmasın Sefil Selimi Yansın”

“KUL YANMASIN, 
SEFİL SELİMİ YANSIN!”

Sefil Selimi’nin Anısına…


Aşık Sefil Selimi’ye şiir-mektup yazmıştım. Bununla birlikte Sefil Selimi’nin Malatya’ya gelişlerinden birinde Yavuz Bülent Bakiler’in alaylı bir sataşmasını öykülemiştim…

DOST

Gündemim o kadar yoğun idi ki

Bir türlü oturup yazamadım dost
Ancak fırsat buldum bu sıralarda
Kalemi kâğıdı bulamadım dost

Aldım Yorum’ları tek tek taradım
Selimi haberin buldum aradım
“Kendini aşmalı âşık” anladım
(1)
Engeller çok idi aşamadım dost

Altı Ağustosta yolda kalmıştın
Gelip geçenleri seyre dalmıştın
Güneş’te dostlarla birlik olmuştun
O zaman birlikte olamadım dost

İki bin yılında yazdım yazını
İki bin birde de kitaplarını
Öğrensin herkes de notalarını
Ne yazık o zaman salamadım dost

Nuri Dede hanesine gelmiştik
Gerçeklerin sohbetine dalmıştık
Söylemiştin biz kaleme almıştık
Bazı noktaları koyamadım dost (2)

Sevgi bağlarını ekmek istedin
(3)
Terini toprağa dökmek istedin
Bir çekirdek bulsan dikmek isterdin
Gülün dikenini yolamadım dost

Kare kare gezdin noktaya vardın
Her yöne bakınıp cemal aradın
Kin ile kibiri yerlere çaldın
Kimseyi dilime dolamadım dost

Allah apaçıkken demedin hani
Muhammet çağırdın ses verdi Ali
Gülüyle birlikte sardın dikeni
Kuru yaprak gibi solamadım dost

Bahçenden gülleri getirdin bize
Muhabbet pınarı hep göze göze
“Kul yanmasın” diye atıldın köze
Bakilerle birlik olamadım dost

Sen yanmasan ben yanmasam olur mu?
Karanlık geceler sabah olur mu?
Dünya insanlara cennet olur mu?
Denilen cenneti bulamadım dost

İnsan eti yenmez gönü giyilmez
Demir leblebiyi herkes yiyemez
“Kevser Irmağı”ndan herkes içemez
Badeyim kadehe dolamadım dost

Çağlayıp akar mı bir kuru dere
Askerlik yapmayan almaz teskere
Kim yar yaran olmaz özü mertlere
Söyleyecek söz bulamadım dost

Feyzullah Çınar’ın davudi sesi
Onda idi Selimi’nin nefesi
“Gerçek âşıklardır halk hizmetçisi”
Onların içinde olamadım dost

Zaman zaman anlatırım dostlara
Benzetirim daim duru pınara
Pir Sultan Veysel’den Akarsulara 
Akıp giden bir yol bulamadım dost

Cansever Birfani bizim Ramazan
(4)
Zaman zaman canlanıyor hatıran
Yardımcımız olsun ol Şahı Merdan
Aşkına bir saz çalamadım dost

Selamı saygıyı sunarım candan
Geç kaldı emanet uğraşılardan
Özerol razıdır tüm dostlarından
Bir oldum ikide kalamadım dost

4 Eylül 2002-Malatya

Gece yazdım yazıyı
Geme aldım azıyı
Kimselere yazmasın
Yaradan kem yazıyı

Yazdım yazdım bitirdim
Destan sonun getirdim
Zarflayıp da pullayıp
Dostlarıma yetirdim

Beş Eylül İki Bin İki
Saat oldu on iki
Sayın Selimi Baba
Yazacaklar bitmez ki

5 Eylül 2002-Malatya

Sayın Selimi Baba,
Sanırım size ilk kez mektup yazıyorum. Kalemi elime aldığımda şiirle başladım, şiirle sürdürdüm. Şiirle bitirince de bir gün bekledim, bu satırları yazıyorum. Sağlığının yerinde olmasını, ev halkınızın da sağlık ve mutluluk içinde bulunmasını candan diler, saygı ve selamlarımla ellerinizden öperim.
1998 yılında Malatya Yorumu çıkarmaya bağladığımızda ilk sayımızda (69. sayı yeniden başladığımız ilk sayımızdır: 2 Haziran 1998) sizin Malatya’ya gelişinizi haber yapmış, “İnce Düşünceler” köşemde “Âşık Kendini Aşmalı” başlığı ile yazdığım yazıda sizi anlatmıştım. “Gördüm Sefil Selimi” yazımda Hekimhan yolunda karşılaşmamızı ve bunun üzerine yazdığım şiiri, “Malatya Yorum-Sefil Selimi” yazımda Uğur Kaya’nın hazırladığı yapıtınızı anlatmış, yapıtınızı tanıtmıştım. Nuri Dedenin evindeki notları da düzenledim ve hepsini birden size gönderiyorum. Yeniden saygı ve selamlarımla, hoşça kalın… 

Süleyman ÖZEROL/5 Eylül 2002

* * *

Sefil Selimi ile bir türküde tanışmıştık:

Kimse bana yaran olmaz yar olmaz
Mertlik hırkasını giydim giyeli
Dünya bomboş olsa bana yer kalmaz
İnsana muhabbet duydum duyalı

Aslında, altmışlı yıllardan beri “Kevser Irmağı” da Feyzullah Çınar’ın gür sesi ile kulaklarımdaydı.

Kevser ırmağında saki olan yar
Bir bardak dem ikram etmez mi ola
Sıratın yolunu iyi bilen yar
Benim de elimden tutmaz mı ola

Aman medet duy sesimi dardayım
Sorma hâllarımı gayet zordayım
Cehennemden daha beter kordayım
Yanarım yandığım yetmez mi ola

Dört yanımı harlı ateş çevirdi
Vücut sarayımı yaktı kavurdu
Yaptım mamur ettim geri devirdi
Viranemde baykuş ötmez mi ola

25 Mayıs 1998 tarihinde Metin Özer’in (Ozan Birfani) televizyon programı “Dost Diye Diye” ye katılmak üzere Çırağı Yalınayak (Ramazan Şimşek) ile birlikte Malatya’ya geldiğinde ise bizzat tanıştık. Dördümüz birlikte İnönü Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. Ramazan Çiftlikçi’nin dersine, akşam da Ozan Birfani’nin televizyon programına katıldık, dost meclislerimde birlikte olduk… Akşamleyin, Yılmaz Özer’in (Ozan Mutsuz) evinde Kul Yanmasın adlı kitabındaki “İnsana muhabbet duydum duyalı” deyişinde bir dörtlüğün eksik olduğunun söylendiğini anımsattığımda; “Vardı, basılırken konulmamış. Kitap yanındaysa söyleyeyim hemen yerine yaz, dördüncü dörtlük olacak” dedi. Kitap yanımdaydı, çıkararak ekledim:

Bu bir Kızılbaş’tır yunmaz dediler
Camiye mescide konmaz dediler
Kestiği murdardır yenmez dediler
Şah Hüseyn’e gönül verdim vereli

Malatya’ya sıkça gelmeye başladı ve hemen her Malatya’ya gelişinde görüşüyorduk. Hatta bir keresine görüşememiştik, ertesi gün Hekimhan’a gidip döndüğümde yolda karşılaşmıştık ve kendisine bir de şiir yazmıştım:

Sivas’a giderken yollarda kalmış
Bakınırken gördüm Sefil Selimi

* * *

Başka bir gelişinde Yavuz Bülent Bakiler’in kendisine bir sataşması olmuştu ve ona yanıt vermek durumunda kalmıştım. Bu konuyu aktarmak istiyorum. 14 Ekim 2000 tarihinde (Cumartesi akşamı) Malatya’nın yerel televizyon kanallarından TV Malatya’da Malatya Belediye Konferans Salonunda Esenlik Şirketinin 10. Kuruluş Yılı nedeniyle düzenlenen “Sevgi ve Hoşgörü” konulu şiir yarışması canlı olarak yayınlanıyordu ve Sefil Selimi ekranlardaydı. “Halk şiiri ile serbest şiiri yarıştıran jüri üyelerine teşekkür ederim” dedikten sonra, “İnsanları yakmak yerine, Sefil Selimi olarak kendimi yakıyorum” sözlerinin ardından “Kul Yanmasın” şiirini okudu. Bir süre izledim ve hazırlanarak konferans salonuna gittim.
Oraya vardığımda saat 22 40 olmuştu. Salonun sol tarafından girdiğimde Sefil Selimi, Âşık Beyani ile ikinci sırada bir yerde yan yana oturuyordu. Salon nerede ise boşalmak üzere iken birinci olduğu bildirilen Ali Kınık şirini okuyordu. Salonda birçok tanıdıkla karşılaştım. Dışarıda Belediye Başkanı Mehmet Y. Çerçi ile konuştuğumuz sırada Ozan Cansever yaklaşarak, “Başkanım Metin Beyin şiirlerinin de bastırırsınız herhalde” dedi. Metin Özer, Ramazan Çiftlikçi ve Rahime Kışlal da yanımızdaydı. Başkan, komisyonların bulunduğunu, uygun görülürse basılabileceğini söyledi. 
Bir süre sonra Şelale Restorana gidileceği söylendi, arabalara gittik. Yemekten sonra çay içilirken, jüri başkanı olan Yavuz Bülent Bakiler Sefil Selimi ’ye takılarak konuşunca, “Beni siz yaktınız!” diyerek, “Kul Yanmasın” şiirini burada da okudu Selimi. Bu kez Yavuz Bülent Bakiler; “Âşık, seni Alevi sanıp Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi kitabına almışlar” dediğinde; “Ben her kaba sığarım, onlar kabul etmişler, ben de saygı duyarım” dedi ve Abdal Musa şenliklerine katıldığını, armağan olarak canını götürdüğünü, orada şu şiiri okuduğunu söyledi: “Pir Sultan Abdal’ın Âşık Veysel’inBahçesinden gül getirdim sizlere” Ardından da, aynı şiiri burada içten bir biçimde okudu. Yavuz Bülent Bakiler, ilk iki dizeyi aşığa yineletti; ”Âşık Veysel kabul da, Pir Sultan olmadı” dedi. Ardından da ülkemizdeki ikiliğin nedeni (Hem de baş nedeni!) olduğunu, halkı padişaha karşı kışkırttığını, sapık olduğunu… Böyle bir kişiye şiirinde yer vermemesi gerektiğini ekledi. 
Sefil Selimi, “Bizim bahçemizde gül de var, diken de var. Ben gülü de dikeni de kabul ediyorum. Gül de bizim, diken de. Dikensiz gül, gülsüz diken olmaz. Pir Sultan hatalı bile olsa, bu onun sorunu” deyince de, Bakiler üsteleyerek Pir Sultanın Hz. Ali’ye Hızır dediğini, peygamberden üstün gördüğünü, öylelerinin yaşatılmaması gerektiğini söyledi. Selimi ise, barışçıl duygularını dile getiren birkaç dörtlük daha okudu. Ancak, Bakilerin aldırdığı yoktu…
Konuşmak istediğimi söylediğimde orada bulunan yirmiye yakın insanın gözü benden yana çevrildi. Bakilere, ya tasavvufu bilmediğini, ya da bilmek istemediğini söylediğimde, çok iyi bildiğini söyledi. “Çok iyi bilseydiniz böyle konuşmazdınız” dedim ve tasavvufta Tanrının kendini insan suretinde tecelli ettirmesine inanıldığı konusuna değindim. Bu kez, “Siz Pir Sultanı okudunuz mu?” diyerek bana soru yöneltti. Okuduğumu söylediğimde de bir süre önceki iddialarını ve hakaretlerini yeniden sıralamaya başladı. Pir Sultanın, ”Gelin canlar bir olalım”, “Açılın kapılar şaha gidelim” dediğini, 'Şah'ın İran şahı olduğunu, ülkemizdeki Alevi-Sünni ikiliğini yaratan tek kişinin Pir Sultan olduğunu söyledi. “Eski çelişkileri durmadan yinelemek yerine, ülkemizi yarınlara daha iyi nasıl taşımamız gerektiğini tartışalım” dediğimde yine bir süre önceki söylemlerini sürdürdü: “Bunların bilinmesi gerekir, öylelerinin yaşatılmaması gerekir” dedi.
Bu sözleri üzerine, babam yaşında olduğunu, saygı duyduğumu söyledikten sonra, “Öyleyse siz Hızır Paşasınız!” diyerek sesimi yükselttim. Durmadan konu değiştiren Bakiler, bu kez konuşmayı Alevi-Sünni konusuna çekerek konuşmaya başladı. Bunun üzerine de, 
O zaman durmadan pişirip pişirip önümüze sürün ne olacaksa. Artık ne padişah var ne Pir Sultan. Osmanlıyı ve Padişahlığı savunuyor durumundasınız. Artık ne Osmanlı var ne padişah. Bütün bunlar, 500 yıl önceki çelişkileri derinleştirmekten başka bir işe yaramaz!” dediğimde, tarihten ibret almamız gerektiğini söyleyerek birden ayaklandı. Çıkmadan yanıma yaklaşarak, 50 yıl önce Alevilerin Türk ve Müslüman olduğunu söylediğini, Amerikalıların İstanbul’da dedeler toplantısı düzenlediklerini söyledi. Durmadan konudan konuya atlayan Bakilere yeniden eski çelişkileri derinleştirmenin bir anlam taşımadığını, böyle yapmaması gerektiğini söylediğimde, benim yanlış düşündüğümü söyledi. Ben de “O zaman siz de aynen devam edin” dediğimde, işçi kılıklı (Bu deyim, Metin Özer’in deyimidir) birisi onu destekler biçimde konuşmaya başladı. Aynı yanıtları ona da verdiğimde o da çelişkiyi derinleştirenin ben olduğumu söyledi.
O sırada Bakiler ilerlemiş, dışarı çıkmıştı. Dışarıda birilerine, “Bu da kim?” türünden sorular sorduğunu sonradan öğrendim. Daha sonra konuştuğum bazı arkadaşlar, Yavuz Bülent Bakilerin ”dediğim dedik” ve “sert” birisi olduğunu söylediler. Oysa bu özellikleri onun Sefil selimi ile alay edercesine konuşmasını ve yarım saatten fazla bir süreyle Pir Sultana hakaret etmesini gerektirmezdi.

5 Ekim 2000 –Malatya

4 Eylül 2001 günü bu yazını altına bir not düşmüşüm: “Aradan yaklaşık bir yıla yakın bir süre geçti ve Pir Sultanı Anma Şenlikleri nedeniyle Sivas’ta bulunan şair, yazar ve aydınların yakılışı üzerine bir yazı hazırlarken Yavuz Bülent Bakilerin Âşık Veysel kitabına yazdığı önsöz aklıma geldi. Orada da hemen hemen aynı düşünceler yer almaktaydı. Sonuç: “Öylelerinin yaşatılmaması gerek!” 
Acaba diyorum; 2 Temmuz 1993’teki Madımak olayını gerçekleştirenler Kültür Bakanlığı tarafından bastırılmış olan Âşık Veysel kitabındaki önsözü okumuşlar mıydı?
Girişteki dörtlükler ve mektubu onunla ilgili yazılarımı ve özel notlarımı gönderdiğimde yazmıştım. Ancak, 'Sevgi ve Hoşgörü' konulu şiir yarışması gecesindeki notlarımı yazmamıştım. Ülkemizdeki toplumsal yapıyı ilgilendirmesi ve Sefil Seliminin bazı özelliklerini yansıtması bakımından bu anımızın önemli olduğunu düşünerek siz okurlarla paylaşmak istedim. Hiç bir yorum-açıklama yapmadan 20’ye yakın insanın karşısında gerçekleşen olayı hemen ertesi gün kaleme almıştım. Babam yaşındaki bir adamı küçük düşürmek gibi bir niyetim-amacım olmadığını Sefil Selimiye söylediğimde, o yine iyimserliğiyle böyle şeylerin olabileceğini söylemişti. Şimdi de hiçbir yorum yapmadan aktardım.
Belki de birçok kişi Yar Badesi, Yalınkat, Kul Yanmasın, Çobanın Can Pınarı, Şiirleri ve Türküleriyle Âşık Sefil Selimi gibi yapıtları bulunan, Sefil Seliminin asıl adının Ahmet Günbulut olduğunu bilmiyor. 1933 Sivas-Şarkışla doğumlu olduğunu, kırk yıldan buyana şiir yazdığını, çalıp söylediğini, çıraklar yetiştirdiğini, hakkında birçok üniversitede çok sayıda tez hazırlandığını, ülkemizin dört bir yanında kültürel etkinliklere, televizyon programlarına katıldığını bilenlerin de sayılı olduğunu düşünüyorum. O, günümüz halk ozanlarının en önde gelenlerindendi ve iyi bir insandı, iyi bir dosttu. Ne demiştik şiir-mektubumuzda? Feyzullah Çınar’ın davudi sesi Onda idi Selimi’nin nefesi 31 Aralık 2003 günü Malatya’dan arayan Ali Taştepe, onun bir gün önce aramızdan ayrıldığını söylemişti telefonda. Onun aramızda olmaması bizim için elbette ki büyük eksiklik. Ne yazık ki, diyalektik akışı engellemek elimizde değil… 30 Aralık 2003 günü, Kevser Irmağındaki sakisine kavuşan Sefil Selimi’yi sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum. Onu unutmayacağız ve deyişleri hep kulaklarımızda çınlayacak…

SON SÖZ

Sefil Selimi gibi bir halk ozanı ile birlikte olmanın yararlarını her zaman göreceğime inandığımı da ayrıca belirtmek istiyorum. Sefil Selimi, “Kimse bana yaran olmaz yar olamaz” derken, Kevser Irmağından bade de istemiş, kulun yanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışmış, “Pir Sultan Abdal’ın Âşık Veysel’in bahçesinden gül getiren” öz be öz bir Anadolu halk ozanı olarak unutulmayacaktır.
“Kul yanmasın Sefil Selimi yansın” 
*

14. Kasım. 2004 – Malatya

İnce Düşünceler sitem ile eş zamanlı kaydedildi (17 Mart 2008).

______________________________________

* www.malatyahaber.com sitesinde yayınlanmıştır.
(1) 2 Haziran 1998 tarihli Malatya yorum Gazetesinde İnce Düşünceler köşemde, “Âşık Kendini Aşmalı” başlığı ile Âşık Sefil Selimi’nin Malatya ziyaretini ve düşüncelerini anlatmıştım.
(2) Nuri Çakmak Dedenin evinde konuk olduğumuzda Seliminin bazı doğaçlama şiirlerini not etmiştim.
(3) 6, 7, 8, 9. dörtlükler Sefil Seliminin şiirlerinden bazı dizelere benzek (nazire) olarak yazılmıştır.
(4) Ozan Cansever (Nevzat Topal), Ozan Birfani (Metin Özer), Ramazan Çiftlikçi (Yrd. Doç Dr. İnönü Üniversitesi), Malatya’daki arkadaşlarımız, dostlarımızdır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar